Kaydettim sırayla hepsini, tam geri verecektim ki telefonu, cüzdanından eski bir kağıt daha çıkardı, besbelli yazılalı çok olmuştu kağıda, büyük ve düzensiz harflerle "ANNEM" yazıyordu, bir ev numarası yazılıydı üzerinde, rakamlar da bozuktu sararmış kağıtta ama zor da olsa okudum hepsini ve daha bi özenle kaydettim telefona, yine büyük harflerle yazdım adını, ama o sararmış kağıdın hasret tüten kokusunu kaydedemedim telefona... Başka olup olmadığını sordum, biraz yumuşattım sesimi, alınsın istemedim.
- Sağolasın,
dedi, samimi geldi sesi, hani o istanbul insanının kendini beğenmiş ve her yanından kibarlık taşan "teşekkür ederim" sözü gibi değildi, buraya gelenlerin çoğu da biraz buralı oluyor galiba, kelimeler süslendikçe anlam yitiriyorlar; sıcak sandığınız, dost bildiğiniz insanlar sevgi sözcüklerine truva atları koyuyorlar, ama olsun ben istanbullu değilim ne de olsa, hem gidiyorum birkaç güne, ne kadar geri gelecek olsam da...
adam hiç duraksamadı, telefonu alınca, hemen
- haydarpaşaya daha var mı? ben orda inecem.
dedi, az kaldığını söyledim,
-ben de orada ineceğim.
dedim, cevabım mutlu etti galiba onu, gülümseme geldi sert yüzüne, sanki çatık kaşları da biraz indi yerine.
tam o sırada vapur yanaşmaya başladı kıyıya, ayaklandık ikimizde, denizi seyreden insanların ayaklarını istemeksizin çekişleri ile çıktık kenarlıklardan, ve indik kıyıya.

Ne martı seslerine dikkat edebildim, ne denizin kokusunu çekebildim içime, ne de o yalnızlığı hissedebildim, o uzuncana yapacağımı düşlediğim yolculuk, sanki bir anda bitivermişti, işte yine kıyıdayım. Ama olsun bu sefer ki gelişimin başka bir anlamı var, Denizli'ye tek gidişlik biletimi alıyorum, dönüşü bilerek almıyorum aslında düşünmezsem sanki hiç dönmeyecekmişim gibi oluyor, ya da kendimi avutuyorum öyle.
Vedalaştık abiyle, adını bile öğrenemedim aslında, o yoluna gitti ben yoluma, hani demiştim ya buraya her gelen biraz İstanbullu oluyor diye, biz de mi olduk ne, işlerimiz bitince ayrıldık birbirimizle hemen işte, kuru bir veda cümlesiyle.
Yazdan kalma bir sonbahar gününde, ne martı sesleri ne de deniz kokusu, yine seninleyim istanbul, ben ne kadar çok geçsem de boğazdan, iki yakan biraraya gelmez be istanbul, bizim de getirmedin ya o başka...
/// 14.11.2005 tarihli bir yazı, neymiş,
seneler geçse de değişmiyor bende bazı şeyler :))
p>
<$
Hakkımda
- Ben, hayat, geçmiş, gelecek...
- İstanbul, Türkiye
İzleyiciler
<$o kadar güzel anlatmışsın ki, çalan müziğin melankolik mutluluğuyla yazın çok iyi gitti. istanbul gibi. vapur gibi. çay gibi. simit gibi.
çok düşününce, çok kurcalayınca, çok süsleyince herşey duygusuz oluyo aslında, sırf duygu katmak adına yapılan abuk subuk ağdalı cümleler dediğin gibi tam da istanbul'un ruhsuzluğuna yakışıyor.
ama bakma böyle dediğimde. 2 dakka sorna yine yeni yeniden, "en sevdiğim şehirsin: istanbul"$ p>